Basın Açıklamaları

KADINA YÖNELİK RESMİ ŞİDDET

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu olarak, 1997 yılından bu yana resmi şiddete maruz kalmış olan kadınlara ve trans kadınlara ücretsiz hukuki yardım vermekteyiz. Büromuzun kuruluşundan bu yana, kadına yönelik şiddet konusunda, devlet aklında çok fazla değişiklik olduğunu söylemek mümkün değil. Çalışmalara başladığımızda kadına yönelik şiddet konusunda Türk Ceza Kanunu bugünden çok daha geri noktadaydı. Örneğin kadına yönelik şiddet Ceza Kanunu’nda bir bölüm başlığı olarak yer almıyordu. Kadına yönelik şiddeti düzenleyen maddeler “genel ahlak ve aileye karşı cürümler” olarak tanımlanıyordu. Tecavüz suçunun tanımı son derece yetersizdi. Cinsel taciz diye bir suç tanımı yoktu. Bekâret kontrolü sadece işkence olsun diye evli kadınlara dahi uygulanabiliyordu.

Kadınların mücadeleleri sonucunda Ceza Kanunu’nda ve Medeni Kanun’da önemli değişiklikler oldu, ancak Türkiye Cumhuriyet devleti bir hukuk devleti kimliğine kavuşamadığı için yazılı hukukla uygulama arasında her zaman büyük uçurum oldu. Kanunlardaki olumlu değişiklikler maalesef ki uygulamaya yansıtılamadı. Bu coğrafyada, 2011 yılında Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girdi. İstanbul Sözleşmesi bugüne kadar kadına yönelik şiddet konusunda düzenlenmiş en geniş kapsamlı sözleşmeydi ve bu sözleşmenin hazırlanmasında kadın hukukçuların büyük katkıları vardı. Sözleşme maalesef ki 2021 yılında, sadece sözleşmenin içeriğinde var olan ve namus anlayışının eleştirilmesini ön gören hükümler uyarınca zararlı görüldü ve yerleşik irade tarafından yürürlükten kaldırıldı. Kadına yönelik şiddetin artışında, siyasi gelişmelerin çok büyük bir etkisi var. Gerek İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi gerekse siyasete şiddet ve nefret dilinin egemen olması kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde büyük bir artışa neden oldu. Bugün hala işkencenin varlığı devam ediyor. İşkence yasalarla suç olmasına rağmen uygulamada hala varlığını koruyan bir yasak sorgu yöntemi olarak devam ediyor.

Büro olarak, adli ya da siyasi nedenlerle gözaltına alınan kadınların, en çok şikâyetçi olduğu işkence ve baskı yöntemlerini sıralamak istiyoruz.

  • Kaba dayak
  • Kelepçe ve ters kelepçe
  • Aç ve susuz bırakma
  • Saatlerce polis otobüsünde bekletilme
  • Sözlü ve fiziksel taciz
  • Tecavüz tehdidinde bulunmak
  • Çıplak arama
  • Cezaevindeki kadınlara yönelik tacize varan arama biçimleri
  • Hastane ve cezaevine gidişlerde ring araçlarında işkence ve kötü muamele
  • Susuz bırakma
  • Basın açıklamalarında ve sokak gösterilerinde sözlü-fiziksel taciz, darp ve ters kelepçe
  • İfade ve örgütlenme özgürlüğünü engelleyen hareketler
  • Gerek gözaltı merkezlerinde gerekse cezaevlerindeki olumsuz hijyen koşulları

Bu durumlar, büromuza başvuran kadınların en yoğun şikâyetlerini oluşturmakta. Sıraladığımız şikâyetlerin hepsi hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç hukukuna, hem de altına imza attığı uluslararası sözleşmelere örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne aykırı nitelikler taşımakta. Maalesef ki yaşadığımız coğrafyada işkencenin belgelenmesinde büyük sorunlar yaşıyoruz. Çünkü Türkiye’de hukuk kurumları savcılık, mahkemeler, Yargıtay işkencenin belgelenmesinde sadece resmi bilirkişilik kurumu olan adli tıp raporlarını delil olarak kabul etmekte, oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bağımsız hekim raporları, hastane raporlarının da delil olarak kabul edilmesi gerektiği yönünde kararları var. Buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti yargısı hala resmi bilirkişilik kurumunu tek yetkili merci olarak kabul etmekte bu da işkencenin “devlet politikası” olmasının bir sonucu.

Bizler kadın hukukçular olarak kadına yönelik resmi şiddetin hala varlığını devam ettirdiğini, iç hukuk ve uluslararası hukuka aykırı biçimde uygulamaların fütursuzca devam ettiğini ve bu uygulamalara karşı mücadelemizin de sonuna kadar varlığını sürdüreceğini bir kez daha bu 8 Mart’ta da açıklıyoruz. GÖZALTINDA CİNSEL TACİZ VE TECAVÜZE KARŞI HUKUKİ YARDIM BÜROSU

CİNSEL ŞİDDETE KARŞI

HUKUKİ YARDIM DERNEĞİ

Kadına Yönelik Şiddet Artarak Devam Ediyor

25 Kasım 2024 tarihinde de kadına yönelik şiddet alanında hiçbir iyileşmeden söz etmek mümkün değil!

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu olarak, 1997 yılından bu yana devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye maruz kalan kadın ve trans kadınlara ücretsiz avukatlık hizmeti vermekteyiz. Bugüne kadar çok sayıda işkence yöntemi ile karşılaştık. Ancak cinsel işkencenin diğer işkencelerden ayrı, kişiyi çok daha fazla etkileyen bir işkence yöntemi olduğunu biliyoruz.

Cinsel işkence, açıklanması en zor olan işkence biçimi… Böylesine feodal, militer ve erkek egemen değer yargılarıyla donatılmış bir toplumda, kadınların yaşadığı cinsel işkenceyi açıklamaları da kolay olmuyor. Ancak kadın hareketinin güçlenmesi ve özellikle kadınların mücadelesiyle 2005 yılında TCK’da Kadına Yönelik şiddet konusunda önemli değişikliklerin yapılması ve ardından yine kadınların mücadelesi sonucunda imzaya açılan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi, tüm kadınlar için büyük kazanımlardı.

Ancak hepimizin bildiği gibi 2011 yılında ilk imzacısı olan Türkiye Cumhuriyeti devleti, Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nden 2021 yılının Mart ayında imzasını geri çekti. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesi ne yazık ki kadına yönelik şiddet konusunda ki toplumsal algıyı çok olumsuz yönde etkiledi ve kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde büyük artış gözlendi.

Gözaltı merkezlerinde ve cezaevlerinde de kadına yönelik şiddet giderek yükseliş göstermeye başladı. Bir kere her şeyden önce söylemek gerekir ki, çıplak arama, hem gözaltı merkezlerinde hem de cezaevlerinde son derece yaygın olarak kullanılmaya devam edilmekte. Oysa çıplak arama Birleşmiş Milletler Mandela kurallarına tamamen aykırı ve cinsel taciz içeren bir yöntem.

Kadınlar gözaltında çok çeşitli işkence biçimlerine maruz kalıyorlar. Uzun süre ters kelepçe ya da düz kelepçe ve sıkı kelepçeyle uzun süre tutuluyor, çok uzun süreler doğal ihtiyaçları karşılanmıyor, çıplak aramaya maruz kalıyorlar, bunun dışında tehdit ve hakaretlere yoğun olarak maruz kalıyorlar.

İstanbul Protokolü, çok önemli bir belge. Ancak maalesef ki, gözaltı merkezlerinden hastanelere götürülen kadınlara ve trans kadınlara İstanbul Protokolüne aykırı uygulamalar yapılmakta. Şöyle ki; doktorun muayenesi sırasında kelepçesiz ve sadece doktorla işkence mağdurunun bir arada olması gerekirken, bu yapılmıyor ve polisler ya da jandarma muayene odasına işkence mağduruyla birlikte giriyorlar.

İstanbul Protokolü’ne uygun davranan hekimler bu konuda uyarılarda bulunsa da, çok sayıda hekimin bu konuda yeterli duyarlılığı göstermediğini yakından biliyoruz.

Yine cezaevlerinde özellikle izolasyonun çok yaygın olduğunu toplum olarak bilmekteyiz. Ancak son 10 yılda özellikle “süngerli oda” adı verilen, kişinin tamamen her türlü sesten ve kişiden izole edilmesi anlamına gelen uygulama, çok yaygınlaşmış durumda ve 2021 yılında Kandıra cezaevinde yaşamını yitiren Garibe Gezer’in katili ‘süngerli oda’ diyebiliriz.

Garibe Gezer süngerli odada kendisine dayatılan izolasyona karşı çıktığı için yaşamını yitirmiştir. Bugün hala ‘süngerli oda’ uygulamaları ne yazık ki birçok cezaevinde devam etmektedir.

Kadınlar gözaltında ya da cezaevinde hastaneye ve duruşmaya gidiş gelişlerde cinsel işkence ya da taciz başvurularında da bulunmaktadırlar. Sözlü taciz ve tecavüz tehdidi çok yaygın bir uygulamadır. Bunun dışında kadınların saçlarının çekilmesi, vücutlarının ellenmesi gibi yöntemler de sık sık uygulanmaktadır.

Cezaevlerinde birçok hasta mahpus kadın bulunmaktadır. Ne yazık ki birçok cezaevinde yeterli doktor değil hiç doktor bulunmadığı anlar söz konusu olmaktadır. Birçok hasta mahpus kadın, tedaviye erişim engeli yaşamaktadır. Kaldı ki birçok hasta mahpus kadın da hastaneye gidiş gelişlerde yaşatılan eziyet nedeniyle ağır hastalıklarına rağmen hastaneye gitmek dahi istememektedirler.

Yine cezaevlerinde birçok yaşlı kadın hasta bulunmaktadır. Bu yaşlı ve hasta kadın mahpuslarında yaşadıkları çok büyük sorunlar bulunmaktadır.

2024 yılında ofisimize 55 başvuru oldu. Sayısal verilerimizde, açıklamamıza ekli olarak basınla paylaşılmaktadır. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti devleti altına imza attığı Uluslararası Sözleşmeler ve kendi iç hukukuna aykırı bir biçimde, kadına yönelik işkence ve cinsel işkence konusundaki uygulamalara devam etmektedir. Ve yine çok önemli bir sorun olarak işkence ve cinsel işkencenin belgelenmesinde bir resmi bilirkişilik kurumu olan Adli Tıp’ın tek delil yapıcı olarak kabul edilmesi de çok büyük bir sorundur.

Bağımsız hekim ve hastanelerin düzenlediği raporların işkence uygulamalarında mutlaka delil olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddet var gücüyle devam etse de, kadınların kurtuluş mücadeleleri de yükselerek devam etmektedir. Bu konuda umudumuz hiçbir zaman bitmeyecektir. 24.11.2024

                                                                                                                          Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı

Hukuki Yardım Bürosu

2024 BAŞVURUCU İSTATİSTİĞİ

55 BAŞVURUCU

40 KADIN

1 ÇOCUK

14 TRANS KADIN

ETNİSİTE

37 KÜRT

15 TÜRK

3 SIĞINMACI (1 IRAKLI-ARAP, 1 FASLI-ARAP, 1 SUDANLI)

……………

20 DARP

22 CİNSEL TACİZ

12 ÇIPLAK ARAMA

9 SİNKAFLI KÜFÜR

1 TECAVÜZ

9 TIBBİ İŞKENCE

Kadına Yönelik Şiddet Devam Ediyor

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Ofisi olarak 1997 yılından bu yana evde, okulda, gözaltında, ev baskınlarında, köy baskınlarında devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye maruz kalan kadınlara ve trans kadınlara ücretsiz hukuki yardım veriyoruz.

Bu çalışmaya başladığımız yıllarda, Türk Ceza Kanunu, kadına yönelik şiddet açısından çok kötü bir durumdaydı. Örneğin, kadına yönelik şiddeti düzenleyen bölüm başlığı yoktu, tecavüz suçunun tanımı yoktu, cinsel taciz bir suç tanımı olarak bile bulunmuyordu. Bekâret kontrolü sadece işkence olsun diye, evli kadınlara dahi uygulanabiliyordu. Aynı zamanda cinsel işkencenin belgelenmesi çok büyük bir sorundu ki bu sorun maalesef hala devam ediyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti yargısı, işkence ve cinsel işkencenin belgelenmesinde resmi bilirkişi kurumu olan Adli Tıp Kurumu’nun raporlarını tek geçerli delil olarak kabul ediyor. Oysaki 1993 yılında Mardin Derik’te cinsel işkenceye maruz kalan Ş.A. davasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi mahkûm ederken gerekçe olarak,   bağımsız bir hekimden rapor alınmamış, olmasını göstermişti. Ancak Türk yargısı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamış ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini kabul etmiş olsa da maalesef ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına hiçbir şekilde uymuyor, bu nedenle de işkencenin ve cinsel işkencenin belgelenmesinde hala resmi bilirkişi kurumu raporu aranıyor.

Ancak Türk Ceza Kanunu’nda -kadınların mücadelesi- sonucunda bazı önemli değişiklikler de oldu. Örneğin 2005 yılında yapılan değişiklikle tecavüz suçu “cinsel saldırı” biçiminde düzenlendi ve tanımlandı, “cinsel taciz” bir suç tanımı olarak yasalara girdi, “bekâret kontrolü” belirli kurallara ve hakîm iznine bağlandı.

Bunlar önemli gelişmeler, işkencenin uygulanma yöntemleri konusunda da kısmi değişiklikler oldu ama hala cinsel işkence varlığını devam ettiriyor, cinsel işkencenin belgelenmesindeki sorun devam ediyor.

Bize başvuran kadınların, adli ya da siyasi gerekçelerle gözaltına alınmış olmalarının hiçbir önemi yok. Adli ya da siyasi nedenle gözaltına alınan tüm kadın ve trans kadınlara ücretsiz avukatlık hizmeti veriyoruz. Bugüne kadar ofisimize 871 kadın ve trans kadın başvuru yaptı.

Ofisimize başvuran kadınların etnik kimliklerine baktığımızda büyük bölümünü Kürt kadınlar oluşturmakta. Yine Suriyeliler, Roman kadınlar, Arap kadınlar ve Türkiyeli kadınlar bulunmakta. Başvuru yapan kadınların büyük bölümü siyasi nedenle gözaltına alınan kadınlar. Çünkü adli nedenle gözaltına alınan ya da tutuklanan kadınlar açısından baktığımızda hak arama bilincinin yeterince gelişmemiş olmasını ayrıca korku ve takip edilme endişesi nedeniyle adli kadınların birçoğunun başvuru yapamadığını görmekteyiz. Kadınlar sokak gösterilerinde, gözaltında, polis karakollarında, jandarma karakollarında, hapishanelerde ya da okullarda devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye maruz kalabiliyorlar. Bu işkence biçimlerini tecavüz, cinsel taciz, çıplak arama, zorla oturtup- kaldırma ya da cezaevinden hastaneye getirilip götürülürken kötü muamele, sözlü taciz gibi sayabiliriz.

Kadınlar açısından şiddetin en yoğun olduğu mekânlardan biri de cezaevleridir. Özellikle 6 Şubat 2023 depremi sırasında Hatay Cezaevi’nde adli mahpus kadınların yaşadıkları korkunçtur. Gözlerinin önünde insanların öldürüldüğünü, kendilerine işkence ve taciz uygulandığını, bir gün boyunca aç bırakıldıklarını, hiçbir ihtiyaçlarının karşılanmadığını ofisimiz avukatlarına anlatmışlardır.

Kadına yönelik şiddet konusunda kadınların mücadelesi sonucunda elde edilmiş çok önemli bir sözleşme olan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi, kadınların çok önemli bir kazanımıydı. Biz de ofis olarak yaptığımız tüm suç duyurularında ya da açılan davalarda bu sözleşmeyi çok önemli bir metin olarak mahkemelere sunuyorduk. Bu metnin bizim açımızdan bir başka önemi de bizim coğrafyamızda yaşanan bir mağduriyet sonucu ortaya çıkmış olmasıydı. . Diyarbakır’da kocası tarafından, annesi öldürülen, kendisi de ağır yaralanan Nahide Opuz davasında Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bir kadının hayatını koruyamadığı için mahkûm edildi. Bu kararın ardından Avrupa Konseyi tüm üye devletlere, kadına yönelik şiddeti önleyici bir sözleşme yapmak konusunda görev verdi. İşte İstanbul Sözleşmesi böyle ortaya çıktı ve ilk kez Türkiye’de imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi adını aldı. Tüm uluslararası sözleşmelerin hazırlanmasında çok önemli hak mücadeleleri var. İşte İstanbul Sözleşmesi’nin ardında da kadın kurtuluş mücadelesinin emeği vardı. Ancak bu sözleşme imzalayan akıl tarafından 2021 tarihinde geri çekildi. Çünkü imzalandığı dönemde farklı bir politika uygulayan AKP, bu imzanın çekilmesi döneminde artık çok daha baskıcı bir politika uygulamaya başlamıştı. İstanbul Sözleşmesi’nin kadın kurtuluş mücadelesi açısından önemli olduğunun farkındayız. Ofis olarak hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta kadınlar açısından ve kadınlar lehine olan değişikliklerin yapılması konusunda kararlı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirmek, bizim mücadelemizin çok önemli alanlarından birini oluşturmakta.

Kadına yönelik şiddetin politik olduğunu her zaman dile getiriyoruz. Devlet dili ne kadar sertleşirse ne kadar ötekileştirici olursa kadına yönelik şiddetin arttığını görebiliyoruz. Bu nedenle de mücadelemiz asıl olarak erkek egemen, militer ve feodal sisteme karşıdır ve bu mücadele son bulmayacaktır.

Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği

2023 BAŞVURUCU İSTATİSTİĞİ

1997’den 2023’e toplam başvurucu: 871

2023 toplam başvurucu: 32

Kadın:28

Trans-kadın:4

ETNİSİTE:

Kürt: 16

Suriyeli Kürt:1

Türk:11

Suriyeli Türkmen: 1

Roman: 2

Arap (Hatay): 2

“SUÇ” TÜRÜ

Siyasi: 26

Adli: 8

İŞKENCE:

Sinkaflı küfür: 8

Darp: 11

Tecavüz: 1 (90’lar, eski vaka)

Cinsel Taciz: 19

Çıplak Arama:10

Çıplak Şekilde Otur-Kalk: 7

Uzun saatler araçta veya odada bekletme, su ve yemek vermeme, tuvalete çıkarmama: 11

DİĞER İŞKENCE:

Kelepçeli muayene, doktor odasında polisin kalması, bebeğe mama vermeme, bebeğe bez vermeme, hijyen ürünleri ped vermeme, temiz su akmaması, hastahane hastahane kelepçeli gezdirme, gardiyanların koğuş içinde darp etmesi

Failler:

Polis, gardiyan, jandarma (Hatay’da ateş açıyor),  PÖH (2016 yılında), doktor (tedaviyi reddetme, odadan polisi çıkarmama, kelepçeli muayene), saç çekme, Trans-mahpuslarla dalga geçme, iç çamaşırlar ile dalga geçme, iç çamaşırları yere dağıtma.

.

Fotoğraf Derya Kap (CŞMD Arşiv)

KADINA YÖNELİK ŞİDDET POLİTİKTİR

Biz kadınlar, bir 25 Kasım tarihinde daha, kadına yönelik şiddete karşı kararlı tavrımızı, mücadelemizi anlatmak ve “kadına yönelik şiddet politiktir” demek üzere alanlardayız. Dominik Cumhuriyeti’nde faşist iktidara karşı başkaldıran “Mirabal Kardeşler” 25 Kasım 1960 tarihinde işkenceyle öldürüldü. Birleşmiş Milletler bu tarihi, 1999 yılında “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü” olarak ilan etti. Coğrafyamızda kadına yönelik şiddet tarih boyunca varlığını korudu. Ne yazık ki bir soykırım coğrafyası olan yaşadığımız yerde 1915 ve 1938 soykırımlarında birçok kadın katledildi, birçoğunun mezarına dahi ulaşılamadı.

Kadınlar, yaşamın her alanında şiddete maruz kalıyorlar. Ailede, okulda, evde, sokakta, gözaltında, köy baskınlarında, basın açıklamalarında her yerde şiddet, kadına yönelebiliyor. Çünkü coğrafyamızda erkek egemen, feodal ve militer bir iktidar, her zaman varlığını korudu. Yerleşik hukuk sistemine baktığımızda da kadına yönelik şiddetin gerçek anlamda bir düzenlemeye kavuşması ancak 2005 yılında oldu. Daha önceleri Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddeti düzenleyen bölümün başlığı “Genel Ahlak ve Aileye Karşı Cürümler”di. Yani kadın Türk Ceza Kanunu’nda yer almıyordu. Kadına yönelik şiddet yok sayılıyordu. Ancak kadınların örgütlü mücadeleleri sonucunda 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’nda bugün hala eksik de bulsak önemli değişiklikler yapıldı. Coğrafyamızda kadınların mücadelesi çok önemli bir sözleşmenin ortaya çıkmasına neden oldu. Diyarbakır’da kocası tarafından, annesi katledilen, kendisi de yaralanan Nahide Opuz davasında Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bir kadının hayatını koruyamadığı için mahkum edildi. Bu dava sonrasında Avrupa Konseyi, tüm üye devletlere, kadına yönelik şiddete karşı bir sözleşme düzenlenmesini istedi. İşte “İstanbul Sözleşmesi” böyle ortaya çıktı. Yani İstanbul Sözleşmesi aslında coğrafyamızda verilen kadın mücadelesinin bir sonucuydu. Maalesef ki İstanbul Sözleşmesi yeterli bir şekilde hiçbir zaman uygulanmadı. Ama kadınlar açısından her şeyden önce bu sözleşmenin duygusal bir önemi vardı. Bu sözleşmeye sahip olmak bile kadınlar için son derece önemliydi. Maalesef ki 2021 yılında tek bir erkeğin, cumhurbaşkanının imzasıyla, hiç kimseye sormadan, kadınların sesleri duyulmadan, dikkate alınmadan bu sözleşmeden imza çekildi. Ancak coğrafyamızdaki kadın kurtuluş hareketi hiçbir zaman vazgeçmedi. Hem İstanbul Sözleşmesi’ni geri almak hem de kadına yönelik şiddeti her alanda dile getirmek için mücadelesini devam ettiriyor. Bugün hem coğrafyamızda hem de dünyanın birçok yerinde çeşitli nedenlerle çatışmalı süreçler ve savaşlar yaşanıyor. Bu savaşlarda maalesef ki çok büyük insanlık suçları işleniyor ve bu insanlık suçlarının en büyük mağdurları da yine kadınlar oluyor. Rojova’da, Ukrayna’da, Filistin’de, İsrail’de ve dünyanın birçok yerinde kadınlar, hala savaş mağduru oluyorlar. Kadınlar ve kız çocukları hem savaşların en büyük mağduru oluyorlar hem de savaşlar sonucunda mülteci ve sığınmacı göçleriyle birlikte, kadın bedeninin ve emeğinin sömürülmesine de maruz kalıyorlar. Yaşamın her alanında kadınların yaşama, çalışma, barınma, örgütlenme, toplanma hakları sürekli ihlal ediliyor, temel hakları olan erişim özgürlükleri ise engelleniyor. Şiddete uğrayan kadınlarla ilgili açılan davalarda ve soruşturmalarda yargılamanın sonuna kadar erkek failler lehine bir süreç yürütüldüğüne sürekli şahit oluyoruz. Maalesef ki Türkiye’de yargıya son derece erkek egemen feodal bir bakış açısı hakim. Bizler kadınlar olarak erkek failleri aklayan ve cezasız bırakan şiddeti toplumda meşrulaştıran tutumların son bulmasını istiyoruz. 6284 sayılı yasanın özenle ve etkili bir şekilde uygulanması talebimizi tekrarlıyoruz. Yaşadığımız coğrafyada şiddetin en yoğun olarak yaşandığı mekanlardan biri de hapishaneler. Maalesef ki hapishanelerdeki kadınlar, LGBTİ+’lar ve çocuklu anneler için şiddet ikiye katlanmakta. Kadınların ve LGBTİ+’ların gerek cezaevi içinde gerekse sevk ve hastane geliş-gidişlerinde yaşadıkları şiddet ve hak ihlallerine karşı yetkili birimlerin tüm tedbirleri almaları gerekmekte. Bunu sürekli hatırlatmaya devam ediyoruz.

Kadına karşı şiddet politiktir. Devleti yönetenlerin kadınlara ya da LGBTİ+’lara yönelik ya da toplumsal olaylarla ilgili kullandıkları şiddet ve nefret dili tüm toplumu kötü yönde etkilemektedir. Kullanılan bu nefret dili maalesef önce kadınlara ve kız çocuklarına karşı şiddet olarak geri dönmektedir. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin politik olduğu bilincinde olarak bir kez daha toplumsal barışın da öne çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. İnsan hakları savunucusu kadınlar olarak şiddetsiz ve çatışmasız bir yaşam için insan hak ve özgürlükleri için mücadelemize kararlılıkla devam ediyoruz. Bir kez daha “kadına yönelik şiddet politiktir” diyor ve bu şiddete karşı mücadelemizi dün olduğu gibi bugünde kararlılıkla sürdüreceğimizi bildiriyoruz.

                                                                                         Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği

8 MART DEPREM VE KADINLAR

Bu yıl 8 Mart’a büyük bir deprem acısıyla giriyoruz. Önlemler alınmadığı ve bilimsellikten uzak davranıldığı için birçok insanımız canını kaybetti. Bu kaybolan canlar arasında, çok sayıda kadın ve kız çocuğu da bulunuyor.

Acılıyız ve öfkeliyiz.

Kadınlar, deprem felaketinin ardından, hak ihlalleriyle de karşılaştılar. Maalesef ki birçok yardım malzemesine erişmekte, güçlük çektiler. Sokaklarda kaldılar, çocuklarını, eşlerini, yakınlarını kaybettiler. Bu büyük acının yaralarının sarılması, uzun  zaman alacak, bunu hepimiz biliyoruz.

Ancak, bir taraftan kadın mücadelesi de devam ediyor. Çok sayıda kadın, deprem bölgesinde, bölgedeki cezaevlerinde mahsur kalarak, büyük hak kayıplarına uğradı.

Çok korktular, yalnız bırakıldılar, aileleri ile iletişim kuramadılar.

Gerçekten aklın alamayacağı kadar, büyük hak ihlalleri yaşandı. Bu büyük hak ihlallerine, depremde yaşanan büyük acılara, alınmayan önlemlere karşı hak mücadelesi veren, basın açıklaması yapan insanlara bile devlet şiddeti kullanıldı. Birçok kadın, bu gösterilerde gözaltına alındı ve kötü muameleye maruz kaldı.

Kadına yönelik şiddet, her alanda varlığını devam ettiriyor. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu olarak, yıllardır var olan geçmişten bu yana devlet politikası olan kadına yönelik devlet kaynaklı şiddetin, var gücüyle devam ettiğini gözlemliyoruz. Kadınlar sokak gösterilerinde, gözaltında, ev baskınlarında, köy baskınlarında hala devlet şiddeti yaşamaya devam ediyor. Maalesef, gözaltına alınan kadınlara karşı “Mandela Kuralları” işletilmiyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti devletinin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi haline gelen bu kurallara, bağlılık sözü var.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, kadına yönelik şiddetle ilgili kendi iç hukukunu uygulamadığı gibi altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri de uygulamamakta direniyor. Bu alanda yapılmış en önemli sözleşme olan “İstanbul Sözleşmesi” maalesef ki bir imza ile feshedildi.

Bu sözleşmede, coğrafyamızda yaşayan kadın hareketinden gelen kadın hukukçuların, çok büyük bir emeği vardı. Bu emek hiçe sayılarak sözleşme feshedildi. Sözleşmenin feshedilmesinin ardından, kadına yönelik şiddette ve kadın cinayetlerinde büyük bir artış gözlendi. Aynı zamanda devlet dilinin sertleşmesi, uygulamalara da yansıdı.

Cezaevlerinde bulunan kadın mahpuslar, büyük hak kayıplarına maruz bırakılıyor. Özellikle hasta mahpusların, tedavi hakları çoğu yerde engellendiği gibi cezaevinde kalamayacak durumda hasta olan mahpuslara, maalesef ki adli tıp, cezaevinde kalabilir raporu verdiği için cezaevlerinde ölümü bekliyorlar.

Örneğin müvekkilimiz Fatma Tokmak, ağır kalp hastası olduğu halde ve yıllar önce verilen adli tıp raporu bulunmasına, İnsan Hakları Vakfı’nın cezaevinde kalamaz raporuna rağmen hala cezaevinde tutulmaya devam ediyor.

Müvekkillerimizden trans kadın Buse Aydın, uyum ameliyatı geçirmesine ve yasal olarak kadın kimliğine sahip olmasına rağmen, hâlen erkek cezaevinde hücrede tutuluyor.

HDP eski milletvekili doktor Semra Güzel, gözaltından hastaneye götürüldüğünde, kendisine kadın bir doktor tarafından ‘Burada İstanbul Protokolü geçmiyor.’ denilebiliyor.

Maalesef ki Türkiye’de yargı pratikleri çok kötü durumda.

Açık kadın cezaevlerinde, özellikle adli mahpuslar, idareler tarafından adeta bir emir eri gibi kullanılıyor ve cezaevinin bütün temizliğini onlara yaptırılıyor. Bu “açık eziyet” suçunu oluşturuyor. Yaptıkları telefon görüşmeleri ve birbirleriyle iletişimleri de sürekli izlenerek bu kadınların özel hayatları ihlal ediliyor.

Bir kez daha tekrarlıyoruz “kadına yönelik şiddet politiktir”. Devlet dili sertleştiği oranda kadın ve LGBTİ+’lara karşı şiddet artıyor. Bu tamamen bir “devlet politikası”

Bizler, bir kez daha kadına yönelik şiddet konusunda, yargı makamlarını ve devlet yöneticilerini kendi iç hukukunu ve altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uygun davranmaya davet ediyoruz.

                                                            Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği  

Av. Eren Keskin, Leman Yurtseven

Av. Jiyan Tosun, Av. Jiyan Kaya