8 MART DEPREM VE KADINLAR

Bu yıl 8 Mart’a büyük bir deprem acısıyla giriyoruz. Önlemler alınmadığı ve bilimsellikten uzak davranıldığı için birçok insanımız canını kaybetti. Bu kaybolan canlar arasında, çok sayıda kadın ve kız çocuğu da bulunuyor.

Acılıyız ve öfkeliyiz.

Kadınlar, deprem felaketinin ardından, hak ihlalleriyle de karşılaştılar. Maalesef ki birçok yardım malzemesine erişmekte, güçlük çektiler. Sokaklarda kaldılar, çocuklarını, eşlerini, yakınlarını kaybettiler. Bu büyük acının yaralarının sarılması, uzun  zaman alacak, bunu hepimiz biliyoruz.

Ancak, bir taraftan kadın mücadelesi de devam ediyor. Çok sayıda kadın, deprem bölgesinde, bölgedeki cezaevlerinde mahsur kalarak, büyük hak kayıplarına uğradı.

Çok korktular, yalnız bırakıldılar, aileleri ile iletişim kuramadılar.

Gerçekten aklın alamayacağı kadar, büyük hak ihlalleri yaşandı. Bu büyük hak ihlallerine, depremde yaşanan büyük acılara, alınmayan önlemlere karşı hak mücadelesi veren, basın açıklaması yapan insanlara bile devlet şiddeti kullanıldı. Birçok kadın, bu gösterilerde gözaltına alındı ve kötü muameleye maruz kaldı.

Kadına yönelik şiddet, her alanda varlığını devam ettiriyor. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu olarak, yıllardır var olan geçmişten bu yana devlet politikası olan kadına yönelik devlet kaynaklı şiddetin, var gücüyle devam ettiğini gözlemliyoruz. Kadınlar sokak gösterilerinde, gözaltında, ev baskınlarında, köy baskınlarında hala devlet şiddeti yaşamaya devam ediyor. Maalesef, gözaltına alınan kadınlara karşı “Mandela Kuralları” işletilmiyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti devletinin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi haline gelen bu kurallara, bağlılık sözü var.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, kadına yönelik şiddetle ilgili kendi iç hukukunu uygulamadığı gibi altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri de uygulamamakta direniyor. Bu alanda yapılmış en önemli sözleşme olan “İstanbul Sözleşmesi” maalesef ki bir imza ile feshedildi.

Bu sözleşmede, coğrafyamızda yaşayan kadın hareketinden gelen kadın hukukçuların, çok büyük bir emeği vardı. Bu emek hiçe sayılarak sözleşme feshedildi. Sözleşmenin feshedilmesinin ardından, kadına yönelik şiddette ve kadın cinayetlerinde büyük bir artış gözlendi. Aynı zamanda devlet dilinin sertleşmesi, uygulamalara da yansıdı.

Cezaevlerinde bulunan kadın mahpuslar, büyük hak kayıplarına maruz bırakılıyor. Özellikle hasta mahpusların, tedavi hakları çoğu yerde engellendiği gibi cezaevinde kalamayacak durumda hasta olan mahpuslara, maalesef ki adli tıp, cezaevinde kalabilir raporu verdiği için cezaevlerinde ölümü bekliyorlar.

Örneğin müvekkilimiz Fatma Tokmak, ağır kalp hastası olduğu halde ve yıllar önce verilen adli tıp raporu bulunmasına, İnsan Hakları Vakfı’nın cezaevinde kalamaz raporuna rağmen hala cezaevinde tutulmaya devam ediyor.

Müvekkillerimizden trans kadın Buse Aydın, uyum ameliyatı geçirmesine ve yasal olarak kadın kimliğine sahip olmasına rağmen, hâlen erkek cezaevinde hücrede tutuluyor.

HDP eski milletvekili doktor Semra Güzel, gözaltından hastaneye götürüldüğünde, kendisine kadın bir doktor tarafından ‘Burada İstanbul Protokolü geçmiyor.’ denilebiliyor.

Maalesef ki Türkiye’de yargı pratikleri çok kötü durumda.

Açık kadın cezaevlerinde, özellikle adli mahpuslar, idareler tarafından adeta bir emir eri gibi kullanılıyor ve cezaevinin bütün temizliğini onlara yaptırılıyor. Bu “açık eziyet” suçunu oluşturuyor. Yaptıkları telefon görüşmeleri ve birbirleriyle iletişimleri de sürekli izlenerek bu kadınların özel hayatları ihlal ediliyor.

Bir kez daha tekrarlıyoruz “kadına yönelik şiddet politiktir”. Devlet dili sertleştiği oranda kadın ve LGBTİ+’lara karşı şiddet artıyor. Bu tamamen bir “devlet politikası”

Bizler, bir kez daha kadına yönelik şiddet konusunda, yargı makamlarını ve devlet yöneticilerini kendi iç hukukunu ve altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uygun davranmaya davet ediyoruz.

                                                            Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği  

Av. Eren Keskin, Leman Yurtseven

Av. Jiyan Tosun, Av. Jiyan Kaya